ÖNEMLİ!!! BLOĞUMUZ www.siddetsizlik.org SİTESİ ÜZERİNDEN GÜNCELLENEREK DEVAM ETMEKTEDİR!

Şiddetsizlik, şiddetsizlik antrenmanları ve yöntemleri üzerine gerekli bilgilere, dokümanlara, makalelere bu siteden ulaşabilirsiniz.

TEMEL KAVRAMLAR 5: gender / toplumsal cinsiyet

"GENDER"
ya da beden dili ve militarizmin birbiriyle ilişkisi nedir?

"Kültürümüzde başka hiç bir kimlik simgesi yoktur ki, bireylerin gündelik davranışları ve kendilerini sembolik tasarımlayışları ve iletişimleri üzerinde cinselliğinkiyle karşılaştırılabilecek derece ağırlıklı etkisi olsun."
Gitta Mühlen Achs

"Gender" yani sosyal cinsiyet toplumumuzun temel bir simgesidir. Bunu değiştirmek empowerment`in amacıdır ve aslında bu, "gender"in anlamını da açık kılar. Empowerment eğer kendi eylem imkanlarını tanımak ve durumları kendi ihtiyaçlarına uygun olarak şekillendirmek anlamına geliyorsa, o zaman bu açıdan erkek ve kadınlar için eylem imkanlarının eşit olup olmadığı sorusu kendini ortaya koyar: Acaba erkekler ortak çalışmalarda kadınların empowerment`i için sıkça engel teşkil ediyor olamazlar mı?
Bu sorulardan hareketle, gender`i günlük çalışmalarımıza ve seminer çalışmamıza önemli bir yön olarak eklemleyebilmek amacıyla, gender`in politik çalışma içerisindeki anlamını sorgulayan bir tartışma başlattık.

Gender nedir?
70`li yıllarda yeni kadın hareketinin oluşumuyla birlikte dikkatler, kadınların erkek egemen bilim ve politika içerisinde çoğunlukla kolayca "unutuluveren" özel durumu üzerinde yoğunlaştı. Bununla birlikte, kadın ve erkek arasındaki özgül farklar her ne kadar biyolojik cinsiyetle ilintili olsalar da "doğal" görülemeyeceklerinden, yeni kavramlar bulma zorunluluğu belirdi.
"Gender" yani sosyal cinsiyet, herhangi bir biyolojik kökeni olmaksızın kadına ve erkeğe izafe edilen tüm beklentileri, davranış kurallarını ve ifade biçimlerini içine alır. Örneğin, erkek çocukların araba ile, kızların ise bebekle oynamayı tercih ettikleri varsayımı bu anlamda “gender” in kapsamı içine girer. Yine, "döllemek" ve "çocuk doğurmak" biyolojik cinsiyete izafe edilirken, "baba" ve "anne" sosyal konstruksiyonlar ya da başka bir deyişle, rol beklentileridir. Yani gender kavramı, ataerkil iktidar ilişkilerinin kadın ve erkeklerin farklı beklentileri ve olanakları içerisinde nasıl dile geldiğini ifade eder.

"Erkeklik"
Oysa ne yalnızca bir "erkeklik" ne de yalnızca bir "kadınlık" vardır. Ne var ki, bir erkeklik imajı vardır ki, tıpkı bir ideal resim gibi erkekliğin ölçütlerini koyar ve tüm diğer erkekliklere üstün bir konumdadır. Bu "egemen erkeklik" Connell`e göre, erkekliğin kendini sosyal pratikler içinde inşa eden ve değiştiren hegemonial formudur ve kendini, hem kadınların hem de "alt konumdaki erkeklikler"in küçümsenmesi ve alt düzeye itilmesi üzerinden kurgular. Hegemonya sosyal üstünlük anlamına gelir ve bu sosyal üstünlük sadece fiziksel şiddet ve fiziksel şiddet tehdidi üzerine dayanmaz; büyük bir ölçüde, egemenlere rıza ve anlayış gösterilmesini gereksinir ve geniş uzantıları olan çeşitli kültürel süreçler içerisine sinmiştir.
Mevcut değişik erkeklikler birbirleriyle hiyerarşik bir ilişki içerisinde bulunurlar. Günümüz hegemonial erkekliğinin en önemli simgesi halen heteroseksüelliktir ve evlilik kurumuyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. (Aktüel olan hegemonial erkeklik olarak belki de şimdilerdeki idareci menejer tiplemesi görülebilir.) Alt konumdaki erkekliğin anahtar formu ise eşcinselliktir. Alt konumdaki erkekliklerin başlıca özelliği, çoklukla muğlak tanımlanmış olmalarıdır. Erkeklik idealinin hegemonial karakteri karşı erkeklik modellerini bloke eder; öyle ki, bunlar böylece kendilerini açımlayamazlar, alternatif olarak tanınamazlar ve kolayca gettolara, özel yaşamın sınırları içine ya da bilinçaltına itilirler.
Fakat tüm erkekliklerde ortak olan bir şey vardır ki, bu kadınlar üzerindeki iktidardır. Belli bir erkeklik biçiminin diğerleri üzerinde egemenlik kurduğu farklı erkeklik modeli varken, kadınlar karşısında tüm erkeklerin erkek egemenliğinden en azından bir parça da olsa pay almasını sağlayan bir erkekler "koalisyon"u vardır. Connell bunu "ataerkillikten pay alma" olarak niteler.

"Kadınlık"
Kadınlıklar arasında benzer bir anlamda egemen olan bir form yoktur. Fakat toplumsal düzlemde açık bir tanım mevcuttur: Kadınların global olarak erkeklerin alt düzeyinde olması tüm kadınlıkların belirleyici ayracıdır. "Vurgulanan" ve "ön plandaki" kadınlık -ki bunun ideal formu olarak belki halen ev kadını ve anne görülebilir- bu alt düzeyde olmaya gösterdiği rıza ile karakterize olur ve kendini erkeklerin arzu ve taleplerini karşılamaya yönlendirmiştir.
Kadınlığı egemen erkeklikten temelden ayıran şey, tüm kadınlık formlarının, kadınların evrensel olarak erkeklerin alt düzeyinde olmaları bağlamından hareketle kurulan konstruksiyonlar olmalarında yatar. Bu nedenle "vurgulanan" kadınlık da kadınlar arasında, egemen erkekliğin erkekler arasında sahip olduğu gibi bir konuma sahip değildir. Bunun sonuçlarından biri, tıpkı egemen erkekliğin, erkekliğin öteki formlarını olumsuzladığı gibi, "vurgulanan" kadınlığın da benzer bir şekilde kadınlığın öteki formlarını olumsuzlamak zorunda olmamasıdır. Bu yüzden kadınlıklar erkekliklerden -erkeklerin tahakkümünde olmaktan kaçınamaksızın da olsa- daha büyük bir gerilim alanı yansıtırlar.
Heteroseksüel erkeklerin egemenliği ile hesaplaşma bundan dolayı tüm kadınlık konstruksiyonları içinde ortak paydadır, yani bu egemenliğe karşı rıza ya da direniş gösterme sorunsalı bunda merkezidir.


Doing Gender
“Doing gender” kavramı, "normal" bir kadın ya da "normal" bir erkek olarak algılanabilmek için her gün yaptığımız şeylere işaret eder. Bu davranış kalıplarının kısmen bilincinde değilizdir, bununla birlikte onların ataerkil iktidar ilişkilerinin ayakta tutulmasında ve yeniden üretilmesinde ciddi bir payları vardır. Örneğin sosyal enformasyon alışverişimizin %70`i beden dili üzerinden gerçekleşir, yani her dakika kullandığımız ve yaşadığımızdan dolayı beden dili, cinsiyetin ritüelleştirilmesi (Doing Gender) için fevkalade uygundur.
G. Mühlen Achs`a göre iki beden dili var olmaktadır. İlk olarak, tüm kültürlerde ortak olan, belli bir ölçüde bir insani ifade biçimi ve doğal iletişim aracı olan beden dili vardır; örneğin, sevincin ve üzüntünün ifadeleri olarak gülmek ve ağlamak. İkinci olarak, toplumsal kurallar tarafından belirlenen ve yönlendirilen bir beden dili varolmaktadır; örneğin, kadınlara ve erkeklere özgü ayrı beden dillerinin olması.
O halde beden dilinin işaretleri iki farklı şekilde yorumlanabilir: Ya gerçek içsel duyguların ifadeleridirler ya da toplumsal konvensiyonları yansıtmaktadırlar ve bunlardan gerçek duygu halleri çıkartılamaz.
Toplumsal konvensiyonlar cinsiyetler için, kadın ve erkek sosyalizasyonu sırasında öğrenilen ve içselleştirilen ve o andan itibaren genelde biz bilincinde olmaksızın bedensel ifademizi şekillendiren farklı beden dilleri öngörürler. Bu, beden dilinin ritüelleştirilmesi anlamına gelir. Bu bakımdan, yalnızca erkekler için öngörülen ve izin verilmiş olan temsiller, "erkeklik ritüelleri" olarak da nitelenebilir. Bunlar, erkekliğe ilişkin kültürümüzde derin bir şekilde kök salmış ideal tasarımları görünür kılmaya yararlar ve erkeklerin özgüvenli, güçlü, bağımsız, dayanıklı ve rekabete yönelimli olarak gösterirler.
Buna karşılık kadınlar ise, ritüelleşmiş tipik kadınlık tasarımlarına karşılık gelen emareleri bedensel veya diğer şekillerde ifade ettiklerinde kadınlık idealine uyarlar: Duygusallık, ilişkiye yönelimli olma, duygudaşlık veya empati kurma becerisi, kendiliğinden görev almaya hazır olma gibi.
Beden dilinin ritüelleştirilmesi cinsiyetlerin, beden dili açısından, yalnızca çok sınırlı bir davranış repertuarı kullanmalarına izin verir. Böylelikle yalnızca somut ifade imkanları iyice sınırlanmış olmakla kalmaz, fakat aynı zamanda, iki cinsiyet arasında eş düzlemde bir iletişim de olanaksız kılınır. "Kadınlar için uygun görülen repertuar her şeyden önce kadına, duygusal düzlemde farklı bir iletişim olanağı verir; ama iletişimi dikey bir düzlem üzerinde ve başat ifade biçimleri aracılığıyla ketler. Tersi bir biçimde 'erkeklik' repertuarı da, oyuncularına yalnızca dikey bir düzlemde tek boyutlu bir iletişimi olanaklı kılar. Egemen erkeklik formu, saldırgan bir şekilde baskın olma ve üstünlük sinyali veren davranış kalıplarıyla ifade bulur. Bu konsept içinde 'yumuşak' duyguların ifadesi sadece bir zayıflık işareti olarak yorumlanabilir." (Mühlen Achs 1998, s. 34)
Ritüeller, doğallık arkaplanında, ben`in kendisi (kendine değer verme duygusu, kendinden emin olma, girişkenlik becerisi) üzerinde büyük bir geri etkide bulunan bir güç açığa çıkarırlar ve bu bize doğal göründüğünden, beden dilini sorgulamak aklımıza gelmez. Beden dili büyük bir ölçüde duygularımız üzerinde etkide bulunur, yani kadınlık ritüeline karşılık gelen beden dili, eziklik ve kendinden emin olmama duygusu üretirken, erkekliğin beden dili ritüeli kendinden emin ve bilinçli olmayı, girişkenlik becerisini olanaklı kılar. Böylelikle beden dili, kadın ve erkek arasındaki ataerkil iktidar uçurumunu -bilinçli ya da bilinçsiz- canlı tutan gündelik “doing gender” in temel bir yapı taşı olur.

Militarizm ve Erkeklik
Bununla birlikte "devlet seçkinlerinin kurumsallaştırılmış erkeklik eğitimi"ni hesaba katmaksızın cinsiyet ilişkilerindeki -kendini, burada ele alınmayan başka şeylerin yanı sıra, beden dilinde de ifade eden- iktidar üzerine konuşmak olanaklı değildir. Robert Connell`a göre erkeklik, kişiliğin olduğu gibi kurumların da bir özelliğidir. (Connell 1995, s. 27)
Kuşkusuz ordu halen, bir tür "erkeklik okulu" olarak erkekliği biçimlendiren bir kurumdur. "Savaşçı" portresi erkekliğin hemen her sıfatını doruğa çıkartır: Fiziksel direnç, saldırganlık, kavgaya hazır olma, riske girmeye hazır olma, duygular üzerinde hissizlik derecesine dek mutlak kontrol kurabilme, disiplin ve öz disiplin, heteroseksüellik, cinsel aktiflik vs. Bu açıdan "savaşçı"nın erkek askerdeki somutlaşmasıyla, kadının bir o kadar doruğa çıkartılan bir aşağılanışının birbiriyle bağlantılı olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Militarizmde, erkeklik kurumları ile kişiliğin ifadesi olarak erkeklik arasındaki bağlantı kendini çok açık bir biçimde gösterir. Modern devlet yapısı askeri hesaplaşmaların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır: Tüm günümüz devletleri savaşlarla ortaya çıkmıştır ve erkek iktidarının somut bir biçimde kurumsallaştırılmasına dayanırlar. Devletselliğin bu gelişimi içinde savaşmanın merkezi anlamı, orduların devlet aygıtlarının gelişiminde hayati bir öğe taşı halini almış olmasında yatar ve yine bununla bağlantılı olarak, askeri başarı erkekliğin inşasında vazgeçilmez bir ölçüdür.
1871`de Alman Reich`inin kurulmasından İkinci Dünya Savaşı`nın sonuna dek olan süre -kesintisiz olmasa da- militarize bir erkekliğin kendini baskın kılmasıyla belirlenmiş iken (ki bu erkeklik faşizmde belki de "hegomonial erkeklik" halini almıştır) 1945`den sonra erkekliğin askeri sıfatlarına yapılan vurgu, erkeklik ideali kurma statüsünü yitirmiştir. Tam da Almanya`da militarize olmayan erkeklikler öne çıkmıştır. Buna örnek, sivil yaşamdaki idareci-menejer tiplemesidir. Ama bu tipleme bugünlerle öncelikle saldırganlığı ve girişkenliği ile karakterize olur hale gelmiştir. (Belki de Gerhard Schröder bu erkeklik formunun prototipidir.)
Bu, militer stratejinin değişmesiyle, "insani gerekçelerle askeri müdahaleler" ve "kurtarma bombardımanları" öngören yeni askeri strateji ile at başı gitmektedir. Artık militerize erkekliğin sıfatları olarak söz konusu olan fiziksel güç ve cephe savaşı değil, teknik kabiliyete sahip olma ve soğukkanlılıktır. Soğukkanlı idareci menejer tiplemesinin egemen erkeklik formu düzeyine yükselmesiyle erkekliklerin yeniden şekilleniyor olması, savaşçı profilinin ordunun çıkarları açısından çoktan işlevini yitirmiş olmasıyla da ilişkilidir.

Cinsiyetleri yapı bozuma uğratmak?
O halde söz konusu olan cinslerarası bir eşitliğe erişmek midir yoksa başka bir şey mi? Bizi ilgilendiren yeni ve "eşitlik" öngören kadın ve erkek rolleri değil, "cinsiyet" simgesinin önemini yapı bozuma uğratmak, çözündürmek ve hatta kaybolup gitmesini sağlamaktır. Bu, her şeyin renksiz bir eriyik içerisinde kaybolması gerektiği veya "hegemonial erkeklik"in ve onun karşıtı olarak "kadınlık"in yerine yeni bir "insan olma" normunun ikame edilmesi gerektiği anlamına gelmez; fakat kendini tanımlamanın değişik formlarının ileriye dönük olarak "cinsiyet"ten bağımsızlaştırılması ve böylelikle kendini tanımlamanın değişik formlarının hem erkek hem de kadın için mümkün kılınması anlamına gelir. Böylelikle "gender" kategorisinin nihayet kaybolup gitmesi, "yapı bozuma uğraması" sağlanacaktır; biyolojik cinsiyetin önemi, "saç rengi" yahut "ayakkabı numarası" kategorilerinin önem derecesine indirgenecek ve bu sayede kadın ve erkek için daha çok özgürlük alanı açılacaktır.
Imke Kreusel, Andreas Speck